Dünyaya geldim ve bana bir sırt çantası verdiler. Bana layık görülen rollerim
yüklenmişti bu çantaya. Yük ile başladım hayat denen maceraya. Ben bu çantayı
peşimde sürükledim durdum. Ha bir de aslında doğduğumu ve ana rahmi ile bağımın
kesildiğini ruhum maalesef kabul etmemiş onu da epey sonra fark ettim. Çantam
ve ben biçilen kimliklere her adımda yenilerini yükledik ve giderek daha ağır
yürümeye başladık. Bu kimlikler arasında seyrüsefer halindeyken kim olduk
bilmem?
Hayat bir çember çizdi bana ya içinde ol dediler ya dışında. Oysa ki ben
çemberin sınırlarında gezmek istiyordum. İnce çizgiler üzerinde..
Bir gün sen kimsin diye sordu
bir dost. Durdum. Sustum. Adım, yaşım, mesleğim, anneliğim, kendi annem, babam
bir sürü şey geldi dilimin ucuna olmadı. Sustum. Bir adım attım ve aynaya
yaklaştım. Kimdim ki ben? Ya da kim değildim bana yapışan tanımlamalardan
hangisi değildim. Gerçekleri gösteren ayna ile ilk karşılaşmam da ayaklarım
yandı adım atıp yaklaştıkça aynaya daha fazla yandım. O ateş ayaklarımdan
yukarıya doğru akmaya başladı. En son gözlerim isyan etti. Bakmamak için
çırpındım durdum ama artık çok geçti. Başladı farkındalık yolculuğu. 40 yaşıma
merhaba dememe birkaç ay kala ilk defa 30 yaşımda yaşadığım bu yakıcı ateş bir
kere daha ayaklarıma ulaştı. Hayat devam edip döndükçe dünya bu devam edecek
sanırım.
İnsanoğlunun en büyük gizemi ve en büyük başarısı kendini
keşfedebilmektir. Neden mi? “maalesef dürüst davranamadığımız ilk kişi
kendimiz”. Bunu başarabilen bireyin baş edemeyeceği problem yoktur.
Çoğumuz bizim olmayan, bize uymayan üzerimizde birkaç beden büyük ya
da küçük duran bir hayatı yaşamaya çalışıyoruz ve bu süreç başarısızlıkları,
mutsuzlukları, çıkmazları getiriyor hayatımıza. Başka başka birey ya da
toplumların dayattığı tanımların içine sığdırmaya çalıştığımız bir hayatı
yaşama çabası ile, bu tanımlara sığmayan ya da doldurmayan beynimiz ve
yüreğimiz hastalanıyor zamanla. Buna rağmen bu balon hayatın içinde yaşamaya
çalışıyoruz. Hem de en büyük yalanları kendimize söyleyerek. Bu bizi sorumluluk
almaktan alıkoyduğu için zaman zaman kolay geliyor. Her birimizin içinde gerçek
bir ışık var ve o ışık biz izin verirsek biz aydınlatır beynimizi ve
yüreğimizi, biz izin verirsek yansır
dışarıya ve yansıdıkça çoğalır, daha fazla güçlenir.
Balon bir hayatın içinde yaşıyorsak eğer; olumlu yönlerimizi konuşmayı
ve konuşulmasını çok severiz veya tamamen kurban rolüne girer ve umutsuzu,
olumsuzu anlatırız sürekli. Olumsuzluklarımızı kendimize bile söylemekten
kaçınırız veya iyi güzel olandan kaçarız hep. Sihirli aynalara bakmayı tercih
ederiz ve o bize hep “en güzel sensin”
ya da “ acıların çocuğu benim zavallım” der.
İçimizdeki korkak yabancıdır aslında aynadan gelen bu ses. Buna hemen
inanırız çünkü; inanmak en kolayıdır. Çünkü gerçek ben ile karşılaşmak zordur,
yorucudur, sorumluluk almayı gerektirir. Değişimi ve bedeller ödemeyi
gerektirir. Biliriz ki herkesin söylediğini unutabiliriz, görmezden
gelebiliriz. Ama kendimize söylediklerimiz asla unutulmaz. Yalan da olsa asla
unutulmaz. İçimdeki yabancı her adımda karşıma çıktı ve dur dedi. Konfor alnını
terk etme.
Bu ilk adım, ilk basamaktır ve üzerinde durmakta en fazla
zorlanacağınız basamaktır. Sürekli hareket eden bu basamak uzun süre kalmanız
gereken yerdir. En derin mevzular buradadır. En büyük yüzleşmeler ile burada
karşılaşacaksınızdır. Çünkü en önemli adımdır ilk FARKINDALIK adımı.
Kendi gözlerinizin içine doğrudan bakıp ta o gerçek ayna da bu benim,
hayatım bu ve bunu fark ettim diyebilmek ve kabul edebilmek için beyninizin ve
ruhunuzun buna hazır olması… Bu hazır olma duygusu bazen kolay gelir ancak
bazen yıllar süren bir sancıdır. Bir kişi, bir söz, bir olay kıvılcım etkisi
yaratır. Bazen hayatınızda en mutlu olduğunuz dönemde başlarsınız keşfe, bazen
dibe vurduğunuzda.
Kendime notlar yazdım 30 yaşımda şimdi yenlerini yazıyorum 40 yaşım
merhaba;
Hayatı akışında, sadece
hissederek yaşamak isteyenlerdenim.
Şairin dediği gibi ve
Ceren’ imin hep söylediği gibi “hayat sunulmuş bir armağandır
insana”
Kendim gibi yaşamak, ben
olarak, benim gibi, huzurla yaşamak. Böyle kala bilmek ve keyif almak.
Derinlikleri hissetmek…
Kendi ışığını gittiğin
her yere götürmek ve paylaşarak çoğalmak…
Ancak o zaman büyüyor
yüreğim…
Her yanlışımda, her
yoldan çıkmamda biraz daha büyüyorum. Kendimle olan her yüzleşmem yeni
bir başlangıç oluyor. Bu hiç bitmiyor, sürekli, öğreniyorum, evriliyorum. Her an yeni bir ben
daha oluyorum, çoğalıyorum.
Her yeni başlangıçta ben
biraz daha ben oluyorum işte…
Beni buldukça nefes
alıyorum, nefes aldıkça daha da özgür ve huzurlu hissediyorum kendimi, nefesim
daha temiz, daha derin, daha güçlü oluyor ve her bir zerreme dokunuyor…
Yeni başlangıçlar, yeni
nefesler ile yeni yoğunlaşmalar başlıyor. Neye yoğunlaşırsa insan o çoğalıyor.
Yeni başlangıçlar için,
güzel şeyler için çok fazla yorulmamak gerektiğini öğretti hayat,
yoğunlaşmak ve evrenin dengesine, akışına bırakmak yaşanacakların dengesini de
bozmamak gerekiyor.
Ben oldukça beni
sevdikçe ışık daha fazla aydınlatır gerçek beni ve benleri…